

Study with the several resources on Docsity
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Prepare for your exams
Study with the several resources on Docsity
Earn points to download
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Community
Ask the community for help and clear up your study doubts
Discover the best universities in your country according to Docsity users
Free resources
Download our free guides on studying techniques, anxiety management strategies, and thesis advice from Docsity tutors
assignment 1 Turkish for native speakers
Typology: Essays (university)
1 / 3
This page cannot be seen from the preview
Don't miss anything!
1)Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Milli Savaş Hikayeleri öykü kitabını bütünlüklü olarak düşündüğünüzde, sizce anlattığı öykülerdeki olumlu karakterler belli temel ortaklıklar üzerinden tanımlanabilir mi? Ortak bir olumlu karakter prototipi tanımlanabilirse eğer, bu ortaklıkların neler olduğunu hikayeler özelinde tartışınız.
Karaosmanoğlu’nun öykülerinde bazı ortaklıklar üzerinden olumlu bir karakter prototipi tanımlamak istersek, Müslümanlık ve gavurluk üzerinden kurulan karşıtlık, Issız Köy ve Dilsiz Kız öyküsünde geçen “Kızım, yavrum; biz fena adamlar değiliz. Biz Müslümanız. Gavur değiliz anlıyor musun?”1 cümlesinde de açıkça görüleceği üzere, iyi ve kötü karakterlerin belirgin biçimde birbirinden ayrılması açısından önemli ölçüde yer tutar. Bir köy evinde bir geceliğine kalabilmek ricasında2 yahut Hüseyin Çavuş öyküsünde köy hanının konforsuzluğuna ve gösterilen muameleye serzenişte3, karakterlerin gördükleri yardımsever, cömert ve merhametli karşılık çoğunlukla kaynağını bu ortak din vurgusundan ve Müslümanlıktan alır. Bu dini vurguyla, zorlu savaş koşulları altında vatanı ‘gavur’ a karşı müdafaa sorumluluğunun güçlendirdiği milli duygu ortaklığının harmanlanmış olması ise kaçınılmazdır. Kitap boyunca Türk askerinin memleketi düşman işgalinden kurtaracağı( Dünya Gözü ile Ahiret Sesleri) , savaşa gidenlerin sağ salim döneceği( Ses Duyan Kız ) vakti; uzaktaki köye( Köyünü Kaybeden Kadın) , bazen eşe( Utanç ), bazen de evlada( Garip Bir Benzeyiş ) kavuşma gününü imkansız dahi olsa bekleyenlerin umuduna, sahip oldukları imandan güç bularak tevekkül, sabır ve gayretin eşlik ettiğini, süngü ve dayağın veremediği düşmana karşı koyma cesaretini veren bu milli imanın aynı zamanda
karşılaşılan felaketler karşısında karakterleri kimi zaman “Ne yapalım kader böyle imiş…” ifadesinde açıkça görüldüğü üzere kaderci ve teslimiyetçi kılarak onları ayakta tutan gücün temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Öykülerde kimi zaman ise, Anadolu insanının savaşın yıkımı karşısında bu tahammül gücünü hurafelerin, kehanetlerin, efsane ve mitlerin verdiği umutta çaresizce aradığına, örneğin bir türbeye uzaklardan haykırıp cevap beklediğine5, bir meczubun hakikatte deli saçmasından farkı olmayan sözlerine inandığına şahit oluruz. Kısacası Karaosmanoğlu’nun öyküleri boyunca yarattığı olumlu karakter prototipinin bileşenlerini, sahip oldukları ‘milli iman’, ‘milli mefkure’7, ve aynı zamanda oldukça öne çıktığı üzere ‘umut’ oluşturur diyebiliriz.
Kitapta, çocuk karakterlerin yer aldığı öykülerde kötülüğe, zorbalığa karşı zayıflık ve savunmasızlık oldukça yalın ve çarpıcı bir biçimde resmedilir. Teslim! Teslim! adlı öyküde, yüksek ihtimalle daha önce karşılaşmadığı ölüm gerçeği karşısında, sekiz dokuz yaşlarındaki küçük kız çocuğunun ölüme karşı alınacak tedbirin aşinası olması8, teslimiyetini tüyler ürpertici kılar. Bir Hastane Koğuşunda, Issız Köy ve Dilsiz Kız, Ceviz öykülerinin tümünde göreceğimiz üzere çocuklar; savaşın getirdiği yıkımın somut bir neticesi olarak nitelendirilebilecek biçimde, cılız, ayakları ve başları çıplak, aç ve çelimsizdir. Ancak daha
1 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikayeleri (İstanbul: İletişim yayınları, 2018), 35. 2 A.g.e., 3 A.g.e., 4 A.g.e., 5 A.g.e., 6 A.g.e., 7 A.ge., 8 A.g.e.,
fenasına üzümle birlikte annesini de isteyen çocuğun feryadında9 şahit oluruz. Savaşın yol açtığı ruhsal ve psikolojik tahribat, çocukları açlık ve sefaletten açıkçası çok daha fazla zayıf ve savunmasız bırakır. Öyle ki, ekseriyetle sessiz, ürkek ve mütereddit biçimde betimlenen çocuklar, adeta yabani bir hayvan gibi, savaş boyu onlar için dehşetin simgesi olan yetişkinlerden korkuyla, onların bu defa dehşetten oldukça uzak ve sakin tavırlarından hayretle kaçar. Bu çocuk ve yetişkin karşılaşmalarında, On Dört Yaşında Bir Adam öyküsünde görüldüğü üzere karşısındakine hayretle bakan taraf kimi zaman yetişkin olur. Oyun devrinin geçip geçim kaygısının başladığı, ailenin sorumluluğunun üstlenildiği noktada, insanlara yaklaşımında yine de tereddüdü elden bırakmayan çocuk; büyük adam bakışlı, olgun erkek tavırlı10 taraf haline gelir. Ne var ki savaşın vaktinden evvel büyümeye zorladığı çocuklar, çocuk saflığını ve iyiliğini içinde taşımaya devam eder. Küçük Neron öyküsünde umutsuzca sorulan, yetmiş yaşında ihtiyarların görmediği kötülüklere şahit olan çocukların insanlık, iyilik, güzellik denilen şeylerin mevcudiyetinden haberdar olup olmayacakları sorusuna11,bir bakıma Ceviz ’de cevap verilir. Savaşın tahrip edemediği bir şey varsa o da çocuğun halihazırda sahip olduğu cömertlik ve yardımseverlik gibi erdemlerdir.
Birçok öyküde, savaş sonrasının İstanbul’u; harap, yanmış, viran ve bakımsız bir yurt olarak betimlenir. Gizli Posta III ’ te İstanbul’un bu değişimi ile çehrelerin, fikirlerin, hislerin değişimi özdeşleştirilir. Şehre çöken adi ve sevimsiz hava ile birlikte samimiyet ve vefa kaybolmuş, yerini tamah ve ihtiras almıştır.12 Necati, Bir Beyoğlu Dönüşü ’nde, yabancı bayraklarla donanmış pencereleri, yabancı harflerle yazılı ilanlarla kaplanmış duvarlarıyla Mütareke sonrasının İstanbul’unda kendini oldukça yabancı ve yalnız hisseder; evine dönerken arzusuz, mecalsiz ve bezgindir.14 Artık bu tümüyle yabancı şehirde, Namık da Hasretten Hasrete ’de insanların ona karşı muamelesini soğuk bulur; şehirle birlikte aşinası olduğu yüzler de ona aklı başka şeylerle meşgul ve dalgın, dolayısıyla yabancılaşmış ve oldukça uzak görünür. İstanbul’un savaş öncesi çehresinden sıyrılarak geçirdiği bu dönüşüm, kaçınılmaz biçimde insanları da dönüştürür. Öyle ki, Bir Beyoğlu Dönüşü ’nde görüldüğü üzere işgalle birlikte değişen ve yabancılaşan şehirde hala aynı bakış, aynı gülüşle aynı noktada dolaşmak mucizesini gösteren15 arkadaşı karşısında, düşün dünyası tümüyle değişmiş olan Necati, oldukça garip ve yabancı hisseder. Değişen mekanın insan üzerindeki dönüştürücü etkisini sadece İstanbul örneğinde değil, savaş sonrası ıssızlığın çöktüğü Anadolu köylerinde de gözlemlemek mümkündür. Köyünü Kaybeden Kadın ’ın beyni, anlattığı yerler gibi alt üst olmuş vaziyettedir. Ceviz ’de savaşın yakıp yıkarak geçtiği ıssız ve cansız yerler, insanı yılgın ve bedenen bitkin16 bir hale sokar. Savaş boyu aşinası olduğumuz, hatta olumlu karakterleri bu ortaklıklar üzerinden tanımladığımız umut ve birlik beraberlik olgusunun yerini yalnızlığın ve çaresizliğin doğurduğu nefrete, öfkeye ve bezginliğe bırakması açısından da savaş sonrası mekan ve insan ilişkisi oldukça dikkat çekicidir.
9 A.g.e., 10 A.g.e., 11 A.g.e., 12 A.g.e.,147- 13 A.g.e., 14 A.g.e., 15 A.g.e., 16 A.g.e.,