

Study with the several resources on Docsity
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Prepare for your exams
Study with the several resources on Docsity
Earn points to download
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Community
Ask the community for help and clear up your study doubts
Discover the best universities in your country according to Docsity users
Free resources
Download our free guides on studying techniques, anxiety management strategies, and thesis advice from Docsity tutors
This text reflects on the themes of solitude, self-discovery, and the human longing for authenticity as portrayed in the film 'into the wild'. The author shares their personal connection to the story of chris mccandless, who abandoned material possessions and society to live in nature. Questions raised include the value of experiences over possessions, the importance of self-reflection, and the search for meaning in life.
Typology: Essays (university)
1 / 2
This page cannot be seen from the preview
Don't miss anything!
İnsan, doğal seçilim sonucu hayatta kalabilen en zeki varlık. 200 bin yıl önceden bugüne kadar hayatta kalmayı başardık. Öyle ki yaptığımız tek şey hayatta kalmak oldu; yaşamayı unuttuk, ya da unutmayı seçip yaşamak isteyen tarafımızı içimize gömdük. Eğer dikkatli dinlersek içimizdeki yolcunun çığlıklarını duyabiliriz, dinlemeyi deneyin. Duyuyor musunuz? Bu yazımda bahsedeceğim kişiyi “Into The Wild” filminde görmüş, veya kitabını okumuş olabilirsiniz. Alexander Supertramp (Süperberduş), eski adıyla Chris McCandless, içini dinlemeyi ve yaşamayı seçti. Toplumun sahteliğinden, politikacılardan, adaletsizlikten, yalanlardan, hakiki ve samimi olmayan her şeyden bıkan Chris, 1990 yılında tüm mal varlığını bırakıp kendini vahşi doğaya attı. Peki ne düşünüyordu? “Yalnızca çok uzağa gitme riskini göze alanlar, yaşamda nereye kadar gidebileceklerini öğrenebilirler.”* Filmi ilk izlediğimde Chris/Alexander ile benzerliğimiz beni çok şaşırtmıştı. İçimdeki kaçıp gitme isteğimi hep baskılardım, korktuğumdan. Bilinmezlik korkusu, korkuların en güzeli buydu aslında. Chris bunu anlamıştı, yukarıdaki sözlerin sebebi de buydu işte. Son parasını yakıp tek başına yola koyulduğunda da hiç şüphe yoktu aklında. Hastalıklı toplumdan uzaklaşmayı, kendini aramayı seçen -yolculuğuna başladığında adını Alexander Supertramp olarak değiştiren- Chris; hepimizin içindeki çığlık atan kişiyle aynıdır aslında. Hiç düşündünüz mü, bu zamanlarda bizi insanlığa yaklaştıran hislerden yoksunlaşmaya başladık. Gördüğümüz haberler doğru değil, hissettiğimiz sevgi gerçek değil, saçtığımız gülücükler samimi değil, verilen sözler senet değil, konuştuğumuz kelimeler artık anlamlı değil. Her tarafta maskeli insanlar etrafımızı sarmış adeta. Fakat biz neyiz? Aynaya baktığımızda maskemizden başka bir şey görüyor muyuz? Maskeyi çıkarmaya cesaretimiz var mı? Ruhsal devrimimizi ne zaman/nasıl gerçekleştireceğiz? Sadece bu soruları sormak bile insanın inzivaya çekilmesine yetebiliyor aslında. Kendime bu soruları her sorduğumda sanki cevabını bir gün alacakmışçasına beklediğimi fark ettim. Asıl anlamam gereken şey ise güzelliğin beklenmeyi değil keşfedilmeyi istemesiydi. O bana değil, ben ona gitmeliydim. Zamanı gelip bunu fark ettiğimde ömrümün kayda değer bir kısmını boşuna ‘bekleyerek’ geçirdiğimi anladım. Evet, boşuna bekliyoruz dostlar. Hayatımızın o güzel sayabileceğimiz kısımları hiç bir zaman gelmeyecek. Bizler o hayallere gitmeliyiz o halde, tırmanmalıyız gerekirse bu yolda. Çünkü filmde de duyduğumuz gibi “Sadece hayallerinin peşinden koşan insanlar için hayat farklı bir anlama sahiptir.”** Chris’in yaptığı şey bencilce ve korkakça algılanabilir. Bu davranışı kaçış olarak bile adlandırılabilir. Fakat bu bir kaçış değil de bir geri dönüştür aslında, kendine geri dönüş. Uzun zamandır içimizde bizi özlemle bekleyen -gerçek- benliğimize dönüş. Sahiden, neden onu gömdük? Neden bütün samimiyetimizi, hakikatlerimizi içimize hapsedip bu monoton ve sahte yaşamları seçtik? Ve sahteliğin sarhoşluğu içinde bir düşüp bir kalkmaya başladık? Bu soruları duyar oldum bu günlerde. O da çok merak ediyor, bir cevap verelim isterseniz.
Alexander’in büyük amacı -kendi kelimeleriyle- “Ruhsal Devrim”i gerçekleştirmekti. Doğada tek yaşayabileceğini kendine kanıtlamak… Ancak o zaman gerçek bir birey olabilirdi. Bunun için yalnızlık, doğallık ve yanına aldığı birkaç kitap yeterdi. Çünkü ruhsal devrim insanın içinde, -adı üstünde- ruhunda olması gerekir. Maddiyata hiç gerek yoktur. İçimizdeki çığlıklar içindeki insan bir devrimciye dönüştüğünde, gözlerimiz açılır. Dünyanın aslında düşündüğümüz kadar küçük olmadığını fark ederiz. Keşfedilmeyi bekleyen sonsuz yerlerin var olduğunu görürüz ve hayat döngümüzün kırılmazlığıyla kendimizi kandırdığımızı anlarız. Sonu olmayan yolda bir yolcu olmak nasıl bir duygudur sizce? Ben söyleyeyim, bilinmezlikle doludur. Yazımın başında beni korkuttuğunu söylediğim bu duygu şimdi beni kendine çekiyor adeta. Chris’e dönecek olursak, bütün her şeyi kendisi için yaptığını söyleyebiliriz. Fakat bu aslında dünyaya gösterdiği bir tepkiydi de aynı zamanda. Bize gösterdiği tepki… Kendimizi sorgulamadığımız için gösterdiği bir tepki bu. Belki de gitmek istiyoruzdur ama doğru zaman gelmemiştir, ya da hazır değilizdir. Konfor alanımızın dışına çıkmak, risk almayı sevebilmek için bize lazım olan en önemli şey cesaret. İşte o zaman kendi ruhsal devrimcimiz olabiliriz. “ Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır, Bomboş sahillerdeki coşkudadır. İnsan elinin değmediği bir yerdedir, Denizin diplerinde ve gürlemesindedir. İnsanları severim, ama doğayı daha çok severim. ” ( Byron) Kaynakça: (*) Penn, Sean. Özgürlük Yolu (Into The Wild). Paramount Vantage. ABD 2007. Film. (**)Penn, Sean. Özgürlük Yolu (Into The Wild). Paramount Vantage. ABD 2007. Film.