









Study with the several resources on Docsity
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Prepare for your exams
Study with the several resources on Docsity
Earn points to download
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Community
Ask the community for help and clear up your study doubts
Discover the best universities in your country according to Docsity users
Free resources
Download our free guides on studying techniques, anxiety management strategies, and thesis advice from Docsity tutors
notes of law103 lecture at Bilkent university, summary of constitution systems
Typology: Cheat Sheet
1 / 17
This page cannot be seen from the preview
Don't miss anything!
BİLKENT ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ve İKTİSADÎ, İDARÎ ve SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ – KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ 2020–2021 Öğretim Yılı, Güz yarıyılı Section 1 ve Section 2'de Anayasa Hukuku (Genel Esaslar -LAW 103-) Derslerinde İşlenen Konulara İlişkin Özet Bilgi Notu
Erdal Onar Bilkent Üniversitesi Öğrencilerinin Kullanımına Mahsustur
Demokratik bir sistemde, yasama organı ile yürütme organının oluşumları ve birbirleriyle olan ilişkileri karşımıza farklı hükûmet sistemlerini çıkarmaktadır. Etkili bir siyasal çoğulculuk (pluralism) ve etkili bir siyasal katılma (political participation) bulunduğu için demokratik olarak nitelendirilebilecek bir sistemde, hangi hükümet sisteminin benimsenmiş olduğu da önem taşımaktadır. Örneğin, aşağıda değinileceği gibi parlamenter sistemde yürütme organı "başbakan" ağırlıklı işlerken, yani yürütme organında etkin kanat başbakan iken ve devlet başkanı günlük politikaların yürütülmesinde daha törensel bir konuma sahipken, yar-başkanlık sisteminde, cumhurbaşkanının da bazı alanlarda etkin bir rol oynadığı görülmektedir. Başkanlık sisteminde ise, halk tarafından seçilen başkan, yürütme organı içinde "primus solus" bir konumdadır ve yanında bir başbakan yoktur. Hükümet sistemlerinin belirlenmesinde büyük ölçüde ünlü düşünür Montesquieu (1689-1755) (okunuşu: Monteskiyö) tarafından işlenen ve bir devlette yasama, yürütme ve yargı organlarının ayrı olması ve birbirlerini frenlemesi gerektiğini savunan "kuvvetler ayrılığı" (bir başka deyişle "fonksiyonlar ayrılığı") kuramına da değinmek gerekecektir. Mutlak monarşilerden tüm gücü elinde bulunduran monarkların yetkilerinin sınırlandırılmasında önemli bir işlevi yerine getirmiş olan kuvvetler ayrılığı kuramı, günümüzde eski vazgeçilmezliğini bir ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Gerçekten, çağımızda bir demokratik sistem içinde yasama ve yürütme organlarının mutlaka ayrı olmaları gerekmemekte ve bu iki organın yetkilerini aşmaları durumunda onları frenleyecek olan yargı organının her durumda ayrı olması aranmaktadır. Buna karşılık, yasama ve yürütme organı arasında, yerine göre, bir ayrılık olabileceği gibi bir birleşme, ya da işlevin yerine getirilmesi bakımından bir örtüşme de görülebilir. Böyle bir durumun demokratik sisteme aykırılık oluşturacağı ileri sürülemez. Tekrarlamak gerekirse, günümüz demokrasilerinde, diğerlerinden mutlaka ayrı olması gereken organ, yargı organıdır. Gerçekten, aşağıda görüleceği gibi, Meclis Hükümeti sisteminde, yasama yetkisi ile yürütme erkinin kullanılışı yasama organında toplanmış bulunmaktadır. Bir siyasal partinin, yasama organında tek başına hükümet kurabilecek bir çoğunluğa sahip olması durumunda, hükûmeti o siyasal parti oluşturacağına ve büyük bir olasılıkla, partinin genel başkanı başbakan olacağına göre, böylesi bir tablonun var olduğu Parlamenter Sistemlerde de, hükûmet ile yasama organı çoğunluğu arasında bir birleşmeden, bir örtüşmeden söz edilebileceği doğaldır. Nitekim, doktrinde, böylesi bir parlamenter sisteme "sorumlu parti hükûmeti " modeli denilmektedir. Bu tür modelleri dikkate aldığımızda, yargı dışında, yasama ve yürütme organları arasında da hâlâ bir ayrılığın gözlenebileceği sistem olarak, sadece Başkanlık Sistemi akla gelmektedir. Öyleyse, yinelemek gerekir ki, bir vakitler devlet kudretinin sınırlandırılmasında çok önemli bir yer işgal eden "kuvvetler ayrılığı kuramı", günümüzde, sadece yargı erkinin diğer iki
erkten bağımsız olması anlamına gelmektedir. Yasama ve yürütme organlarının oluşumları ve birbirleriyle olan ilişkileri dikkate alındığında, dört hükümet sisteminden söz edilebilir. Bunlar şöyle sıralanabilir: i- Meclis Hükûmeti Sistemi (Konvansiyonel Sistem) , ii- Parlamenter Sistem , iii- Başkanlık Sistemi , iv- Yarı-başkanlık Sistemi
Bu sistemde, yasama ve yürütme işlevleri, yasama organında toplanmıştır. Bir diğer deyişle, kanunları yapan yasama organı, onları yürütme işlevini de kendinde tutmaktadır. Ancak, yine de, yürütme işlevinin günlük kullanımında, tüm üyeleri yasama organı tarafından ve kendi üyeleri arasından seçilmiş bir yürütme kuruluna ihtiyaç duyulacaktır. Bu nedenle, Meclis Hükûmeti Sisteminin bulunduğu bir ülkede, yasama organı, örneğin, millî eğitim hizmetlerinin yürütülmesi için, kendi üyeleri arasından, diyelim ki A'yı; sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için yine kendi üyeleri arasından diyelim ki B'yi, ve bunlar gibi, diğer hizmetlerin yürütülmesi için kendi üyeleri arasından başkalarını seçerek bir yürütme kurulu oluşturacaktır. Meclis hükûmeti sisteminde kolejyal (collegiale) nitelikteki bu kurulun, kendine has, bağımsız bir yürütme politikasına sahip olmasından söz edilemez. O politikayı belirlemek de, yasama organının yetkisindedir. Yasama organı, hizmetini beğenmediği bir yürütme kurulu üyesini derhal görevden alıp, yerine bir başkasını atamak yetkisine sahiptir. Yürütme kurulu üyeleri arasında bir konuda görüş ayrılığı çıktığında, bunu giderecek olan da yine yasama organıdır. Daha çok meşruiyet (legitimacy) krizlerinin, meşruluk bunalımlarının söz konusu olduğu dönemlerde başvurulan Meclis Hükûmeti Sisteminin (1789 İhtilâli sonrasında Fransa'da Konvansiyon Meclisi, ülkemizde de 23 Nisan 1920'de kurulan Büyük Millet Meclisi gibi), günümüzde çağdaş siyasal sistemler içinde tüm özelliklerini yansıtan bir örneği bulunmamaktadır. Bir an için, Federal Meclisin, kendi üyeleri arasından Federal Konseyi oluşturduğu İsviçre, bu sisteme benzetilebilirse de (nitekim bazı yapıtlarda böyle bir benzetme yapılmaktadır), Federal Meclisin, beğenmediği bir Federal Konsey üyesini görevden alma yetkisi olmadığından, İsviçre, Meclis Hükûmeti olarak değil, bir Melez (Hybrid) Parlamenter Sistem olarak anılmaktadır. (Bkz. Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler , Çevirenler: Ergun Özbudun- Ersin Onulduran, Yetkin Yayınları, -tarihsiz-, ss.63- 64)
Yasama ve yürütme organlarının oluşumları ve birbirleriyle olan ilişkilerine bakarak ele alacağımız ikinci hükûmet sistemi, parlamenter sistem dir. Yüzyıllara yayılan bir süreç içinde kendiliğinden oluşan bu sistemin, günümüzde genel kabul gören bir tanımı, Epstein 'dan ödünç alınarak, şöyle yapılabilir: "Parlamenter sistem, yürütme erkinin, yasamadan kaynaklandığı ve ona karşı siyasal açıdan sorumlu olduğu sistemdir." Bu tanımı, çağımızın ünlü siyasal bilimcileri Shugart ve Carey tarafından hükûmet sistemlerinin belirlenmesinde kullanılan i- meşruiyet sayısı ve ii- sabit görev süresinin olup olmadığı ölçütlerine uyguladığımızda, parlamenter sistemde, tek meşruluğun o lduğu ve yasama organı ile yürütme organının birbirlerine karşı sabit görev süresinin bulunmadığı görülecektir. Tek meşruluk vardır, çünkü bu sistemde, sadece yasama organı halk tarafından seçilmekte, yürütme organı, yasama organından kaynaklanmaktadır (nitekim Epstein’ın tanımı da bu yöndyedi). Sabit görev süresinin bulunmadığına gelince, parlamenter sistemde, yasama organının da, yürütme organının da sabit görev süresinden söz edilemez. Çünkü, yasama organı, güvenini yitirdiğinde, başbakanı da, bakanları da düşürebilirken; yürütme organı da, süresi sona ermeden, yasama organını seçime gönderebilir, yani onu fes h edebilir. Bu
yapacaklarını denetleyebilmekte, beğenmediği takdirde, güvenoyu vermeyerek, hükûmeti, daha yolun en başında düşürebilmektedir. Yasama organının elinde, güvenoyu almış bir hükûmeti, görevi sırasında da denetleyebileceği bir takım araçlar bulunmaktadır. Bu bağlamda, bu denetim araçlarını a) bilgi edinme araçları ve b) hükûmetin siyasal sorumluluğunu doğuran denetim araçları olarak iki başlık altında toplayabiliriz. a) Bilgi edinme araçları: i- Soru (sözlü ve yazılı soru), ii- genel görüşme, iii- meclis araştırmasıdır. i- "Soru" ile bir milletvekili, başbakandan veya bir bakandan bir konunun aydınlatılmasını ister. Meclis Başkanlığına, başbakana veya ilgili bakana iletilmesi istemiyle yazılı bir biçimde sunulan soru önergesinde, yanıtın sözlü mü, yoksa yazılı mı verilmesinin istendiği de belirtilir. Eğer yanıtın sözlü verilmesi istenmişse, başbakan veya ilgili bakan, bu iş için belirlenmiş bir oturumda Meclis kürsüsüne çıkarak sözlü olarak soruyu yanıtlandırır. Buna sözlü soru denilmektedir Yazılı soruda ise, yanıt, soruyu soran milletvekiline başbakan veya ilgili bakan tarafından yazılı bir biçimde verilir. Ancak, bu yazılı yanıt da, yasama organının tutanak dergisinde yayımlanır, yani sorudan ve yanıttan yasama organının bütün üyeleri ve basın aracılığıyla kamuoyu da bilgi sahibi olur. Sorunun, aşağıda ele alacağımız genel görüşme ve meclis araştırmasından farkı, bir ön karara gerek duyulmamasıdır. Yani, o sorunun başbakana veya ilgili bakana gönderilip gönderilmeyeceğini, meclis başkanı meclisin kararına sunmayacaktır. ii- "Genel Görüşme" ise, hükûmet veya belli sayıda milletvekilinin (TBMM İçtüzüğü uyarınca, siyasî parti grupları veya en az 20 milletvekili) somut bir konunun yasama organında genel görüşmeye tabi tutulmasını istemesi ile başlayan bir süreçtir. Bu istemi belirten bir önerge Meclis Başkanlığına verildiğinde, yasama organı genel kurulu bu önergeyi görüşür ve kabul veya reddeder. Eğer kabul ederse, belirlenen bir tarihteki birleşim, o konunun görüşülmesine ayrılır. Yok eğer, yasama organı genel kurulu genel görüşme açılmasını reddederse, iş o noktada sonlanmış olur. Yasama organı genel kurulunun genel görüşme açılmasını kabul etmesi durumunda, belirlenen günde, görüşülen konu hakkında bilgisi, fikri olan milletvekilleri kürsüye gelerek, bildiklerini, fikirlerini açıklarlar. İlgili bakan da söyleyeceklerini söyler ve böylece o konu enine boyuna tartışılmış ve yasama organı aydınlanmış olur. iii- "Meclis Araştırması"nda da süreç, hükûmet veya belli sayıda milletvekilinin (TBMM İçtüzüğü uyarınca, tıpkı genel görüşmede olduğu gibi, siyasî parti grupları veya en az 20 milletvekili) somut bir konu hakkında meclis araştırması açılmasını isteyen önergeyi Meclis Başkanlığına vermesi ile başlar. Genel Kurulda görüşülen bu önerge, eğer kabul edilirse, bir de komisyon kurulur. Bu komisyon bir "ad hoc" komisyondur. Yani sırf bu konuyu araştırmak için kurulmuştur ve işini bitirdiğinde kendiliğinden dağılır. Komisyonun, işin kaynağına inerek yaptığı araştırma sonunda hazırladığı rapor üzerinde, başka bir karar almaya gerek kalmadan, genel kurulda bir genel görüşme açılır ve böylece yasama organı da, kamuoyu da, o konu hakkında bilgi sahibi olmuş, aydınlanmış olur. Meclis araştırması açılmasını isteyen önerge, genel kurulda reddedilirse, komisyon kurulmasına gerek kalmadan konu kapanmış olur. b) Hükûmetin siyasal sorumluluğunu doğuran denetim araçları: Parlamenter sistemin en önemli ayırıcı özelliği, bu sistemde hükûmetin yani Bakanlar Kurulunun yasama organına karşı siyasal sorumluluğunun bulunmasıdır. Bu sorumluluk, ya hükûmetin tümüne, ya da bir bakana karşı işletilebilir. Yasama organı, hükûmetin siyasal
sorumluluğunu, bir diğer deyişle düşürülmesini şu araçlarla sağlayabilir. aa) Kuruluşta Güvenoyu Parlamenter sistemde, yeni kurulmuş bir hükûmetin yukarıda da gördüğümüz gibi, bir hükûmet programı hazırlaması ve yasama organından bu programına güven istemesi gerekmektedir. Eğer yasama organı oluşan hükûmeti beğenmedi veya hükûmetin yapacağını belirttiği işleri benimsemediyse, daha işin hemen başında o hükûmete güvenoyu vermeyerek onu düşürebilir. bb) Gensoru Yasama organının, hükûmeti veya bir bakanı düşürmede başvurabileceği etkin bir araç "gensoru" dur. Ülkemizde 6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde, en az 20 milletvekili veya bir siyasal parti grubu tarafından verilen bir gensoru önergesinin önce gündeme alınıp alınmaması görüşülün ve TBMM Genel Kurulu basit karar yetersayısı ile gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına karar verilebilirdi. Gündeme alınması reddedilirse, sorun kapanıyordu. Buna karşılık gündeme alınmasının kabul edilmesi halinde gensoru üzerinde görüşme açılıyor ve görüşmeler sırasında milletvekillerinin veya siyasî parti gruplarının verecekleri güvensizlik önergesi veya Bakanlar Kurulunun güven istemi oya sunuluyordu. Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi için TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu (yani o dönemde TBMM üye tamsayısı 550 olduğu için an az 276) gerekmekteydi. (Gensoru sürecinin işlemesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için 1982 Anayasasının 6771 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki 99. maddesine bakılabilir) Bu teorik açıklama, son 100–150 yıl içinde siyasal partilerin kazandığı önem nedeniyle, uygulamada farklı bir görünüm göstermektedir. Gerçekten, bir siyasal partinin yasama organında büyük çoğunluğa sahip olduğu bir parlamenter sistem uygulamasında, hükûmetin veya bir bakanın düşürülebilmesi yalnızca teorik bir olasılıktır. Çünkü çoğunluğa sahip olan siyasal partinin, kendi hükûmetini düşürmesi düşünülemez Unutulmamalıdır ki, böyle bir durumda, çok büyük bir olasılıkla, başbakan, çoğunluğa sahip partinin genel başkanıdır ve bakanlar da, o partinin etkili üyeleridir. Bu nedenle, gensorunun sonuç verecek biçimde kullanılması, hükûmetin bir nedenle çoğunluğu kaybetmesi (eğer iktidarda tek başına bulunan bir parti hükûmeti ise, bazı milletvekillerinin o partiden istifa etmeleri; ya da bir koalisyon hükûmetinde, koalisyonu oluşturan partilerden birinin hükûmetten ayrılması gibi) veya hükûmetin daha en baştan bir azınlık hükûmeti olarak kurulması durumlarında söz konusu olabilir. Siyasal partilerin ortaya çıkışının yarattığı bu tablo nedeniyle, ünlü Fransız siyasal bilimci Maurice Duverger (okunuşu: Moris Duverje) , "klâsik anayasa hukukunu bilen, fakat partilerin rolünü bilmeyen bir kimse, çağdaş siyasal rejimler hakkında yanlış bir fikir sahibidir; partilerin rolünü bilen, fakat klâsik anayasa hukukunu bilmeyen bir kimse ise, çağdaş siyasal rejimler hakkında eksik, fakat doğru bir fikir sahibi olur" demektedir. Yasama organında yeter çoğunluğa sahip bulunan bir siyasal partinin kurduğu hükûmetin düşürülebilmesinin sadece teorik bir olasılık olması, bu özelliği bünyesinde barındıran parlamenter sistemlerde, hükümetin veya bir bakanın düşürülmesinin ya hiç örneğine rastlanmamakta, ya da çok az düşürülme örneği ile karşılaşılmaktadır. Nitekim, ülkemizde de, Cumhuriyet döneminde yalnızca iki kez hükûmet, iki kez de bakan düşürülmüştür (31 Aralık 1977'de Süleyman Demirel Hükûmeti, 5 Eylül 1980'de Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, 25 Kasım 1998'de Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner ve aynı tarihte Devlet Bakanı Güneş Taner'in hemen ardından Başbakan Mesut Yılmaz Hükûmeti düşürülmüştür). Burada, Bakanlar Kurulunun kolektif (birlikte) sorumluluğu ile, bir bakanın kendi görev alanındaki işlerden ötürü sorumlu tutulmasında net sınırlar bulunmadığına da işaret etmemiz gerekir. Bu, gensoru önergesini hazırlayanların olduğu kadar, hükûmetin de durumu
İngiltere'ydi. Gerçekten, İngiltere'de 2011 yılında kabul edilen bir kanuna kadar, Başbakan, dilediği zaman Kraliçeden, Avam Kamarasının (House of Commons) seçimlerinin yenilenmesini, yani onun feshedilmesini isteyebilirdi. Ancak, anılan ülkede 2010 yılında yapılan son Avam Kamarası seçimlerinde hiç bir partinin tek başına hükûmeti kurabilecek sayıda milletvekilliği kazanamaması sonunda oluşturulan Muhafazakâr Parti (Conservative Party) ile Liberal Demokrat Parti (Liberal Democratic Party) Koalisyon Hükûmetince hazırlanan ve 14 Eylül 2011 tarihinde kabul edilip, 15 Eylül 2011 tarihinde de Kraliçe tarafından onaylanan kanun ile bu husus değiştirilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle sözü edilen kanunun kabulüne gelinceye kadar önkoşulsuz feshe en çarpıcı örnek olarak verilen ve sık kullanıldığına şahit olduğumuz İngiltere artık ön koşullu feshe örnek gösterilmektedir. Ön koşullu fesih te ise, yürütme organınca (Devlet Başkanı veya Başbakan) yasama organı seçimlerinin yenilenmesine karar verilebilmesi için, bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Örneğin, hemen yukarıda değindiğimiz gibi, İngiltere'de Fixed-term Parliaments Act 2011 (uzun adı: An Act to make provision about the dissolution of Parliament and the determination of polling days for parliamentary general elections; and for connected purposes) uyarınca, İngiltere'de başbakan, ancak Avam Kamarası tarafından düşürüldükten ve düşürülmesi sonrasındaki 14 gün içinde yeni bir hükûmetin kurulup güvenoyu alamaması durumunda Kraliçeden Avam Kamarası'nın feshini isteyebilecektir. Konumuzla doğrudan ilişkisi olmasa da, bu kanun Avam Kamarasına seçimlerin yenilenmesine karar verme (yani erken seçim veya öz fesih) yetkisini de tanımaktadır. Fakat Avam Kamarası böyle bir kararı üye tam sayısının en az 2/3 çoğunluğu ile alabilir. Ne var ki, yukarıda parti sistemlerini açıklarken değindiğimiz gibi, İngiltere’nin önceki Başbakanı Theresa May’in, Birleşik Krallığın (UK) Avrupa Birliği’nden (EU) ayrılışının ne şekilde olacağına yönelik hazırladığı raporların Avam Kamarası’nda kabul görmemesi üzerine Muhafazakâr Parti Genel Başkanlığından ve Başbakanlıktan ayrılınca Muhafazakâr Parti Genel Başkanlığına Boris Johnson seçilmiş ve Kraliçe tarafından Başbakan olarak atanmıştı. Boris Johnson’ın Avam Kamarası’ndan alınmasını istediği erken seçim kararı için 2011 tarihli Fixed-term Parliaments Act” ta erken seçim için aranan üye tam sayısının 2/3 çoğunluğu sağlanamadığından reddedilince ilginç bir durum yaşanmış bulunmaktadır. Bu bağlamda, 2011 tarihli “Fixed-term Parliaments Act” in aradığı 2/3 koşulunu bir bakıma dolanan (bypass eden) ve seçimin 12 Aralık 2019 tarihinde yapılacağını öngören “An Act to make provision for a Parliamentary general election to be held on 12 December 2019” Avam Kamarası ve Lortlar Kamarasında hızlandırılmış bir görüşme sonunda basit çoğunlukla kabul edilmiş ve Kraliçe tarafından 31 Ekim 2019 tarihinde onanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yeni Kanun, 2011 tarihli “Fixed-term Parliaments Act” i yürürlükten kaldırmamış, ama 12 Aralık 2019 tarihinde yapılan Avam Kamarası seçimlerinde uygulandığı için yukarıda değindiğimiz gibi 2011 tarihli Fixed-term Parliaments Act” Kanununda erken seçim için aranan üye tam sayısının 2/ çoğunluk koşulu bu son seçimde dolanılmış yani bypass edilmiştir. Bu çok ilginç duruma Stephen Bush adlı bir gazeteci şu gülümseten satırlarla dikkat çekmektedir: “Under the Fixed-term Parliaments Act, an early election can only be secured via a two-thirds majority of MPs –in practice, that means that unless the governing party and the main opposition party agree to hold one, an election cannot be secured under the act. This wouldn’t repeal the act; it would just circumvent it for one election only. Does that mean the Fixed-term Parliaments Act doesn’t matter? Well, yes and no.” https://www.newstatesman.com/politics/uk/2019/10/would-early-general-election- mean-fixed-term-parliaments-act-failure
Ön koşullu feshe verilebilecek bir başka örnek Federal Almanya'dır. Alman Anayasasının 68. maddesi uyarınca, Başbakan görev sırasında güvenoyu ister ve alamazsa hükûmet düşecektir. Eğer 21 gün içinde yasama organı yeni bir başbakan seçemezse, görev sırasında güvenoyu isteyip alamadığı için düşen başbakan, cumhurbaşkanından yasama organı seçimlerinin yenilenmesine karar vermesini isteyebilir. Şayet 21 gün içinde yasama organınca yeni bir başbakan seçilebilmişse, cumhurbaşkanının yasama organı seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi kalmayacaktır. Ülkemizde de, 6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde mevcut olan parlamenter sistemde ön koşullu fesih kurumu bulunmaktaydı. Gerçekten o zamanlar yürürlükte olan, fakat 6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrasında 1982 Anayasasından çıkarılan (ilga edilen) 116. maddesi uyarınca, cumhurbaşkanı, 45 gün sürmüş bir hükûmet krizi karşısında, dilerse TBMM'nin seçimlerinin yenilenmesine karar verebilirdi (Bkz. 6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde 1982 Anayasası, Madde: 116) Bütün bu açıklamalardan sonra, bir kez daha en başa dönersek, parlamenter sistemde, yasama organı ile yürütme organı dikkate alındığında, sadece yasama organı halk tarafından seçildiği, yürütme organının etkin kanadı Bakanlar Kurulu, yani Başbakan + Bakanlar (=Hükûmet) ise yasamadan kaynaklandığı için tek meşruluğun olduğu görülür. Yasama organı, güvenini yitirdiğinde hükûmeti düşürebildiği ( = siyasal sorumluluk), yürütme organı da, bazı koşullara bağlı olarak veya hiç bir koşulun gerçekleşmesine gerek kalmadan, yasama organının seçimlerinin yenilenmesine karar verebildiği için, her iki organın da görev süresi sabit değildir.
Amerika Birleşik Devletlerinin 1787 yılında hazırlanan bir Anayasa ile kuruluşunda şekillenen Başkanlık Sisteminde, Yasama organı da, yürütme organının aktif kişisi Başkan da halık tarafından seçilmektedir ve her ikisi de, anayasanın öngördüğü görev süresini tamamlamak durumundadırlar. Bir diğer deyişle, bu sistemde Yasama Organının Başkanı düşürme yetkisi bulunmadığı gibi, Başkanın da, yasama organını feshetme, yani varlığına son verip, seçime gönderme yoktur. Bu sistemde, hem Yasama Organının, hem de Başkanın halk tarafından seçilmesi "çifte meşruluk" a (double legitimacy) , Yasama Organının süresindenönce Başkan tarafından seçime gönderilememesi ve Yasama Organının da Başkanı düşürememesi, ikisi için de "sabit görev süresi" nin (fixed term) bulunmasına yol açar. ABD'de Başkanın seçilmesi iki dereceli bir seçime dayanmaktadır. Bu bağlamda, halk toplam 538 üyeden oluşan Seçim Kurulunu (Electoral College) seçmekte, daha sonra bu seçim kurulu Başkan adayları arasından Başkanı ve Başkan Yardımcısını seçmektedir. Bu seçim "iki dereceli" bir seçimdir (indirect election). Eğer bir seçimde, seçmenler adaylar arasından doğrudan seçim yapamıyorlar da, seçimi yapacak ikinci seçmenleri seçmekle yetiniyorlar ve daha sonra seçilecek olanları ve seçilecek olanı, bu ikinci seçmenler seçiyorlarsa, buna "iki dereceli seçim" denilmektedir. Örneğin bizde, hem Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mebuslar Meclisi üyelerinin yani mebusların (bugünkü adıyla milletvekillerinin) seçim, hem de 1946 yılına gelinceye TBMM'de milletvekillerinin seçimii bu tür bir iki dereceli seçimle gerçekleştiriliyordu. Ülkemizde 1946 yılında tek dereceli seçimlere geçildi. ABD'de Başkanın seçimi de iki dereceli bir seçimle (indirect election) yapılmaktadır. Bu bağlamda, halk 538 kişiden oluşan seçim kurulunu (electoral college) seçmekte, daha sonra bu seçim kurulu (electoral college) , adaylar arasından Başkanın ve Başkan Yardımcısının seçimini gerçekleştirmektedir. 538 üyeli seçim kurulundaki 538 sayısı da şuradan gelmektedir: Her federe devlette halkın, yani birinci seçmenlerin, Temsilciler Meclisindeki ve Senatodaki üye sayısı kadar ikinci seçmen (electoral college üyesi) seçmesi
iddia yoksa, Parlamenter Sistemde, Başbakana veya Bakanlara karşı işletilebileceğini gördüğümüz gibi, Başkanlık Sisteminde, yasama organının, Başkan'ı, ona güvenini yitirdiği gibi siyasal bir nedene dayanarak görevden alabilmesi, yani siyasal sorumluluğuna gidebilmesi mümkün değildir. ABD Anayasasının Article II, Section 4 düzenlemesi aynen şöyledir: "The President, Vice President and all civil Officers of the United States, shall be removed from Office on Impeachment for, and Conviction of, Treason, Bribery, or other high Crimes and Misdemeanors." Tekrarlamak gerekir ki, Başkanlık Sisteminde, hem yasama organı, hem de Başkan halk tarafından seçilmektedir; bu nedenle çifte meşruluk (double legitimacy) vardır ve yasama organı Başkan tarafından dönemi tamamlanmadan seçime gönderilemeyeceği ve Başkan da, bir suç işlemesi durumunda, yasama organınca görevden alınabilmesi olasılığını gözden uzak tuttuğumuzda, Yasama Organı tarafından görevden uzaklaştırılamayacağı, bir diğer deyişle düşürülemeyeceği için, her ikisi için de sabit görev süresi (fixed term) söz konusudur. Başkanlık Sisteminin, tipik ve Juan Linz gibi bazı düşünürlere göre tek örneği olan Amerika Birleşik Devletlerinde sistemin işleyişine baktığımızda şu tablo ile karşılaşılır: ABD'de yasama organı olan Kongre, biri Temsilciler Meclisi, diğeri Senato olmak üzere iki meclisten oluşmaktadır. Çift meclis sistemi, başkanlık sisteminin bir zorunlu koşulu değildir. Orada çift meclis sistemi, ABD'nin federal devlet olmasından kaynaklanmaktadır. Temsilciler Meclisi, 2 yıllık görev süresi için seçilmektedir ve 435 üyeden oluşmaktadır. Senato'da ise, her bir federe devletten iki üye olmak üzere, toplam 100 üye (50 federe devlet X 2 üye) bulunmaktadır ve Senato 6 yıllık bir görev süresine sahiptir. Yasama organının en başta gelen görevi, kanun yapmaktır. Her iki mecliste de kabul edilen bir kanun teklifi, Başkan'a sunulur. ABD Anayasasının 2. maddesinin 7. paragrafının 2. fıkrası uyarınca, iki Meclisce de kabul edilen teklif, Başkan tarafından da onaylanırsa , kanun haline gelir. Başkan, onaylamadığı kanunu 10 gün içinde bir kez daha görüşülmek üzere yasama organına geri gönderir, yani veto eder. Veto edilen bir kanunun yasama organınca yeniden kabul edilebilmesi için, hem Temsilciler Meclisi'nde, hem de Senato'da 2/ çoğunluğun oyuna ihtiyaç vardır. Bu nedenle, ABD'de söz konusu veto bir güçleştirici (zorlaştırıcı) vetodur. Uygulamaya baktığımızda, tarih içinde veto edilen kanunların çok az bir kısmının 2/3 çoğunluğu sağlayabildiği görülmektedir. Bu durumda, Başkan'ın, istemediği bir kanunu büyük ölçüde engelleyebilme imkânının bulunduğundan söz edilebilir. Örneğin, eski Başkanlardan, Grover Cleveland'ın 414 kez veto yetkisini kullandığı ve veto ettiği bunca kanundan sadece 2 adedinin iki Mecliste de 2/3 çoğunluğu sağlayabilerek vetoyu aştığı görülmektedir. Benzer bir diğer örnek de Başkan Franklin D. Roosevelt'tir. Roosevelt'in veto ettiği 635 kanundan sadece 9 adedi 2/3 çoğunluğu sağlayabilmiştir. Ayrıca, Başkana onaylama veya veto etme için tanınan 10 günlük sürenin sonunun, yani 10. günün Yasama Organının faal olduğu bir güne rast gelmesi gerekir. Eğer, Yasama Organının bir kanunu kabul edip Başkana sunmasından itibaren, 10 günden daha kısa bir süre içinde dönemi sona eriyorsa, böyle bir durumda, Başkan o kanunu onaylamadığı takdirde, yasama organına geri göndermesi de söz konusu olamamaktadır. Çünkü yasama organının dönemi sona ermiştir. Böyle bir durumda Başkanın kanunu onaylamaması ve yasama organına da geri göndermemesine "cep vetosu" (pocket veto) denilmektedir. Yasama organının bir diğer yetkisi, Bütçeyi kabul etmek tedir. Her mali yıl öncesinde Başkan tarafından hazırlanan yeni bütçe tasarısı yasama organı tarafından kabul edildikten sonra Başkana sunulur ve onun onayı ile kanunlaşır. Başkan'ın, önerdiği bütçenin yasama organında uygun bulunmayıp onun değiştirilmesi karşısında, beğenmediği bu bütçe kanunu veto edebilmesi mümkündür. Nitekim böyle bir durumla karşı karşıya kalan Başkan Bill Clinton, 1995 yılında Bütçe Kanununu veto etmiş ve bütçe kanunu süreli bir kanun
olduğundan öncekinin yürürlük tarihi dolup, yenisi de veto edildiğinden yürürlüğe giremediği için, federal düzeyde bir süre hiç bir harcama yapılamamıştı. Yakın bir geçmişte yaşanan bu kriz, bir bakıma devletin kepenklerini indirmesi, yani faaliyetine son vermesi gibi algılanarak "shutdown crises" olarak anılmıştı. Anayasa'nın yasama organına tanıdığı bir diğer yetki, Başkan'ı, Başkan Yardımcısını ve öteki federal görevlileri bazı ağır suçlardan ötürü, yargılanabilmeleri için görevden almaktır. Impeachment denen bu yetkinin kullanılışı daha önce anlatılmıştı. Burada, 215 yıllık tarihi içinde ABD'de sadece iki Başkan için bu yetkinin çalıştırıldığını (Andrew Johnson ve Bill Clinton), ancak görevden uzaklaştırılabilmeleri için ikisinde de Senato'da gereken 2/ çoğunluğun sağlanamadığını, yani Başkanların görevde kaldıklarını bir kez daha hatırlatırız. ABD'de, Anayasada açıkça düzenlenmemiş olsa da, yasama organının yıllardır kullandığı bir diğer yetki, belli bir konuyu araştırmak (tahkik etmek) için oluşturduğu tahkikat komisyonlarıdır (congressional investigation). Yasama organı (hem Temsilciler Meclisi, hem Senato) bir konuyu böyle bir komisyon eliyle en ince ayrıntılarına kadar araştırma, hatta soruşturma yetkisini, Anayasa gereğince sahip bulunduğu kanun yapma ve bütçe yetkisinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir ve yıllardır çeşitli konuları bu yolla araştırmaktadır. Bunlardan bir kısmı pek ünlüdür. Örneğin, 2. Dünya Savaşından sonra, soğuk savaş döneminde 1950'li yılların başlarında komünizm endişesi ile oluşturulan ve Başkanından esinlenilen kısa adıyla McCarthy Komisyonu olarak da anılan komisyon, Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komisyonu (Un-American Activities Commitee) olarak görev yapmış ve hemen herkese, her uğraşa, komünizm endişesiyle yaklaşan tutumu ile topluma kuşku salmıştır. Bu nedenle, abartılı komünizm endişesine ve hemen herkesi komünist olarak görme tutumuna veya başka nedenlerle ve yeterli kanıt olmadan kişilerin devlete karşı ihanet içinde oldukları kuşkusuna McCarthyism denilmektedir. Tahkikat komisyonları ile ilgili olarak, daha yenilerde bir başka ünlü örnek 1974 yılı içinde Başkan Nixon döneminde yaşanan Watergate skandalı üzerine (muhalefette olan Demokrat Parti'nin "Watergate" adlı binadaki Genel Merkezinde yürütülen gizli incelemenin ortaya çıkması) kurulan tahkikat komisyonudur. Bu komisyonun sürdürdüğü tahkikat sonunda kendini kuşatılmış hisseden Başkan Nixon, çareyi Başkanlıktan istifa etmekte bulmuştur. Nixon, Amerikan tarihinde istifa eden tek Başkandır. Nixon, Başkanlık makamının boşalması üzerine Anayasa uyarınca Başkanın yerine geçen Başkan Yardımcısı Gerald Ford tarafından affedilmiş; bu olay da o yıllarda kamuoyunda ayrı eleştirilere konu olmuştu. ABD'de yakın zamanda çok ses getirmiş bir başka tahkikat komisyonu, Iran-Contra Affairs Committee'dir. Nikaraguada kontrgerilla örgütlerine para aktarma ilişkisine de bulaşmış olan ve İsrail eliyle dolaylı yollardan İran'a silah satma ilişkilerini soruşturan bu komisyon, Temsilciler Meclisi veya Senato'nun oluşturduğu bir komisyon eliyle bir konuyu derinliğine tahkik etmesi (=araştırması, soruşturması) yetkisini etkin bir denetim aracı olarak kullanışına ilişkin daha yeni bir örnek oluşturmaktadır. Yasama organının elinde yürütme organına karşı kullanabileceği bir başka yetki yürütme organı tarafından yapılmış olan milletlerarası antlaşmaları onaylamak veya onaylamamaktır. Örneğin, 1999 yılında Senato, Başkan Clinton'un çok önem verdiği ve nükleer silahlara ilişkin deneylerin yasaklanmasını öngören bir antlaşmayı (Comprehensive Test Ban Treaty -CTBT-) 48'e karşı 51 oy gibi çok küçük bir farkla reddetmişti. Yürütme organı na gelince. ABD'de, daha önceki derslerimizde gördüğümüz değişik yürütme yapılanmalarından, "monokratik" yani tek kanatlı bir yürütme yapılanması mevcut. O da, Başkandır ve hatırlanacaği üzere, Başkan, "pirumus solus" konumdadır. Başkan ve Yardımcısı (President, Visepresident) halk tarafından 4 yıllık bir süre için seçilmektedir. Daha önceleri bir kişinin kaç kez Başkan seçilebileceğine ilişkin bir kısıtlama yokken, ABD Anayasasında 1947 yılında yapılan bir değişiklik uyarınca bir kimsenin 2 defadan fazla Cumhurbaşkanı seçilebilmesi mümkün değildir. Başkan ve Başkan Yardımcısının halk
(okunuşu, Jak Şirak) arasında; 1997-2002 yıllarında da sağ eğilimli Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile sol eğilimli Başbakan Lionel Jospin arasında, bu tür bir uyumsuzluk dönemi söz konusu olmuştu. Farklı siyasal görüşlere sahip cumhurbaşkanı ile başbakanın böylesi birlikte yaşama, bir arada bulunma durumuna " cohabitation " (okunuşu kohabitasyon) denilmektedir. Sözü edilen 3 ayrı cohabitation dönemi sonunda, Fransa'da 2000 yılında gerçekleştirilen bir Anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanının daha önce 7 yıl olan görev süresi, yasama organınınki gibi 5 yıla indirilerek, aynı zamanda yapılacak seçimlerde, seçmenlerin siyasal tercihlerinin hem cumhurbaşkanı, hem de yasama organı için aynı yönde oluşacağı umudu ile, cumhurbaşkanı ile yasama çoğunluğunun aynı siyasal görüşe mensup olacakları düşünülmüş ve böylece cohabitationlardan kaçınılmak istenmiştir. Fransız Anayasası uyarınca, dış politika ve millî savunma cumhurbaşkanına bağlı olduğu için, bu çok önemli iki alandaki politikaların belirlenmesi de haliyle cumhurbaşkanının sorumluluğunda bulunmaktadır. Ayrıca, cumhurbaşkanı, bakanlar kurulunun tüm toplantılarına başkanlık etmektedir. Anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı bir başka önemli yetki de, dilediği zaman Millî Meclis'in seçimlerinin yenilenmesine karar verebilmesi, yani Millî Meclisi seçime götürebilmesidir. Bu yetkinin kullanılmasının iki istisnası vardır. Bunlardan biri, Millî Meclisin seçimlerinin yenilenmesini izleyen yıl içinde yeni bir fesih kararı verilememesi ve Anayasanın 16. maddesine göre cumhurbaşkanının ülkede olganüstü hal ilân ettiği zaman, Millî Meclisin seçimlerinin yenilenmesini kararlaştıramamasıdır. V. Cumhuriyet Anayasasının cumhurbaşkanına tanıdığı bir başka önemli yetki ise, Anayasanın 16. maddesi nde düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca, cumhurbaşkanı ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü ve cumhuriyeti tehlikede gördüğünde, her iki Meclisin ve Anayasa Konseyinin Başkanlarına danışarak (dikkat: olurlarını alarak değil), ülkeyi olağanüstü hale sokabilmektedir. Ülkenin olağanüstü hale sokulması durumunda, cumhurbaşkanı neredeyse tek yetkili hale gelmektedir, çünkü durumun gerektirdiği her önlemi alabilmektedir. Anayasadaki bu düzenleme nedeniyle, bazı düşünürler, Fransa'da cumhurbaşkanını, seçimle gelen bir krala benzetmektedirler. Örneğin M. Duverger, V. Cumhuriyeti inceleyen bir eserine La monarchie républicaine adını vermiştir ve bu eserin Türkçe çevirinde, sözü edilen başlık, "Seçimle Gelen Krallar" şeklinde ifade edilmiş bulunmaktadır. Bir yandan, 1990'lı yılların başında Sovyetler Birliğinin dağılması ile Orta-Asya'da ve Kafkaslarda yeni devletlerin ortaya çıkması; beri yandan, Doğu Avrupa'da Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu onun güdümünde olan devletlerin de daha bağımsız politika izlemeleri ve anayasalarında değişiklikler yapmaları ile birlikte, yarı-başkanlık sistemini benimseyen ülkelerin sayısında da artış görülmüştür. Duverger'in ayrımı doğrultusunda, i- Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, ii- Güçlü yetkilere sahip olması ve iii- yürütme organının ikinci kanadında, yasama organına karşı siyasal sorumluluğu bulunan bir bakanlar kurulunun yer alması. Özellikle cumhurbaşkanının yetkilerinin genişliği dikkate alındığında, bu özellikleri bünyesinde bulunduran bir ülkedeki cumhurbaşkanının yetkilerinin, aynı özelliklere sahip başka bir ülkedeki cumhurbaşkanının yetkilerine göre biraz daha az veya fazla olması, yarı-başkanlık sisteminin de kendi içinde farklı gruplara ayrılması sonucuna yol açmıştır. Bu bağlamda, çağımızın ünlü iki siyasal bilimcisi Shugart ve Carey , hükûmet sistemlerini şu 5 başlık altında gruplandırmışlardır. Geniş kabul gören bu ayrım uyarınca, hükûmet sistemleri, i- Saf başkanlık sistemi (pure presidential system) , ii- Saf parlamenter sistem (pure parliamentary system) , iii- Başbakancı başkanlık sistemi (premier presidential system) , iv- Başkancı parlamenter sistem (president parliamentary system) ,
v- Başkanlı parlamenter sistem (parliamentary with president system) olarak 5 gruba ayrılabılır. Bunlardan, ( i ) Saf başkanlık sistemi , örneğini ABD'de gördüğümüz başkanlık sistemini, ( ii ) Saf parlamenter sistem , örneğini İngiltere'de, Almanya'da, İtalya'da, Macaristan'da ve daha birçok ülkede gördüğümüz ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeyip, törensel bir konumda bulunduğu ve yürütmede etkin gücün, yasama organından kaynaklanan başbakanda olduğu parlamenter sistemi anlatmaktadır. iii- Başbakancı başkanlık sistemi, iv- Başkancı parlamenter sistem, v- Başkanlı parlamenter sistem ise, Duverger'in tanımı doğrultusunda yarı-başkanlık sistemi olarak adlandırılabilecekken, Shugart ve Carey bunları sözü edilen 3 farklı sistem olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, iii- Başbakancı başkanlık sistemi , halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının Fransa'daki gibi oldukça güçlü yetkilere sahip olduğu, fakat yasal düzenlemeler yapamadığı ve başbakanın kendisine karşı siyasal sorumluluğunun bulunmadığı bir sistemi tanımlamaktadır (somut örnek: Fransa). iv- Başkancı parlamenter sistem ise, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı, gerektiğinde kararnamelerle yasal düzenlemeler yapabilmekte ve başbakanın sadece yasama organına karşı değil aynı zamanda cumhurbaşkanına karşı da siyasal sorumluluğu bulunmaktadır (somut örnek: Rusya Federasyonu ve eskilerde kalan 1919 Weimar Anayasası döneminde Almanya). Bu sistemi, çağımızın bir başka siyasal bilimcisi Stephen Fish, süper başkanlık sistemi (super presidential system) diye adlandırmaktadır. Fish'e göre, böyle bir modelde, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının, kararnamelerle yasal düzenleme yapmak da dahil olmak üzere geniş yetkileri bulunmaktadır ve hükûmeti yasama organına karşı koruyucu ekstra imkânlara sahiptir. Bu sistemin, demokratik bir sistemden, otoriter sisteme kayış tehlikesinin ise çok güvenceli bir temel hak ve özgürlükler kataloğunun mevcut olması ve gelişmiş bir Anayasa Yargısı ile önlenebileceği savunulmaktadır. Ancak, bu tür bir sistemde, otoriter bir yapıya kayış riskinin tümüyle engellenebileceğini savunmak bize yine de biraz güç görünmektedir. Nitekim, Rusya Federasyonu’nda Cumhurbaşkanı Putin'in 2000– 2004 ve 2004-2008 yılları arasında peş peşe 2 defa Cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra, Anayasal zorunluluk nedeniyle Cumhurbaşkanı adayı olamadığı 2008-2012 yılları arasındaki dönemi Başbakan olarak geçirmesi ve daha sonra araya bir başka Cumhurbaşkanı (Medyedev) girdiği için Anayasal engel kalktığından 7 Mayıs 2012'de yapılan seçimlerle yeniden Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve halen bu görevi koruması, sistemin bünyesinde taşıdığı, yetkilerin bir kişide toplanması riskini düşünmemizi gerektirmektedir. Kaldı ki, Rusya Federasyonu’nda 2020 yılında yapılan ve 25 Haziran – 1 Temmuz 2020 tarihleri arasında seçmenlerin % 68’inin katıldığı halkoylamasında % 78 kabul oyu alan bir dizi Anayasa değişiklikleri, Cumhurbaşkanının görev süresini de uzatmakta ve Putin’e 2036 yılına kadar Cumhurbaşkanı olabilme yolunu açmaktadır. Ancak daha önce olduğu gibi, son Anayasa değişikliklerinden sonra da, Rusya’da yürütmenin ikinci kanadının başındaki başbakanı Cumhurbaşkanı belirlemekte, fakat yasama organının (Duma) onayına sunması gerekmektedir.
mümkündür: Demokrasilerde Parlamenter, Başkanlık ve Melez Hükûmet Sistemleri Yürütmenin başı Yasama organının güvenine dayanır Yasama organının güvenine dayanmaz Yürütmenin başının seçimi Yasama organı tarafından Parlamenter sistem (İngiltere, Federal Almanya, Kanada, İtalya, Hollanda) Melez hükûmet sistemi (İsviçre) Halk tarafından Melez hükûmet sistemi (1992’den önce ampirik örneği yok. 1992 tarihli Hükûmet Temel Kanunu ile birlikte 1996’dan başlamak ve 2001’de sona ermek üzere İsrail. 2001 değişikliğinin ilk uygulaması 2003 seçimlerinde gerçekleştirilmiştir.) Başkanlık sistemi (Amerika Birleşik Devletleri) KAYNAK: LIJPHART, Arend: Çağdaş Demokrasiler , Çevirenler: Ergun Özbudun, Ersin Onulduran, Yetkin Yayınları, Ankara (Tarihsiz), s. 64 ve LIJPHART’ın bu “Tablo”sunu uyarlamış olan, ARIAN, Asher: The Second Republic, Politics in Israel , Chatham, House Publishers, Inc. Chatham, New Jersey 1998, s. 240; HAZAN, Reuven: “Presidential Parlamentarizm: Direct Election of the Prime Minister, Israil’s New Electoral and Political System” , Electoral Studies , Volume 15, No. 1, 1996, s. 31; SEZGİN, Yüksel: The Direct Election of the Prime Minister in Israel , The dissertation for the degree of MA in Near East and Middle Eastern Studies of the School of Oriental and African Studies, University of London, London 1999, s. 13; AKINCI, Selçuk: İsrail Anayasal Düzeni , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Kırıkkale 1998, s. 118; ONAR, Erdal: İsrail’in Kendine Özgü Bir Hükûmet Sisteminden Eskisine Geri Dönüşü , Ankara 2003, s. 51. Bu ayrımların dışında, hükûmet sistemleri için başka model önerileri de yapılmaktadır. Bunlardan dikkat çeken biri, ünlü siyasal bilimci Giovanni Sartori'nin önerisidir. Herhangi bir ülkede somut uygulaması olmayan ve Alternatif Başkanlık Sistemi (veya Aralıklı Başkanlık Sistemi ) (Alternating presidential system , veya Intermittent presidential system) denilen bu teorik modelde, Sartori şöyle bir öneride bulunmaktadır: Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir ve törensel bir konumda bulunacak, yani günlük politikada hiçbir yetki kullanmayacaktır. Ancak, 4 yıllık bir süre için seçilmiş olan yasama organının söz konusu olduğu bir ülkede 1 kez, 5 yıllık bir süre için seçilmiş olan yasama organının söz konusu olduğu bir ülkede ise 2 kez hükûmet yasama organı tarafından düşürülmüş ise, o andan başlayarak, seçime kadarki geri kalan süre için, sistem bir başkanlık sistemi olarak işleyecek, yani bir başbakana gerek kalmayacaktır. Bu sisteme haklı olarak yöneltilen bir eleştiri, yaşanan bir hükûmet krizinden ötürü bir kez başkan konuma geçen halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanının, tekrar törensel konuma dönüp dönemeyeceğidir. Bu tehlikeye, uyandırılan bir "dev" in tekrar uykuya yatırılmasının mümkün olup olmadığı sorusu ile dikkat çekilmektedir. Hükûmet sistemlerini sonlandırırken, değinmemiz gereken bir başka konu, bunlardan özellikle parlamenter sistemin ve bir ölçüde de yarı-başkanlık sisteminin işleyişinin siyasal
partilerden çok etkilenmekte oluşlarıdır. Bu bağlamda, özellikle "iki-parti sistemi"nin söz konusu olduğu bir parlamenter sistemde, "sorumlu parti hükûmeti" (responsible party governmet) veya "parti hükûmeti" (party governmet) adı verilen bir oluşum görülmektedir. Böyle bir modelde, açık, net ve tutarlı bir programla seçimlere katılan partilerden, seçmenlerin oyunu alıp tek başına hükûmet kurabileni, o programda ileri sürdüğü vaatleri gerçekleştirmek açısından ilk seçimde seçmenlerine karşı sorumlu olacaktır. İktidardaki parti, vaatlerini yerine getirilebilmesi için gereken yasal düzenlemeleri, yasama organında kendi çoğunluğu eliyle kolayca yapabilecektir. Haliyle böyle bir siyasal partide gelişmiş bir parti disiplini de bulunacaktır. Bu söylenenlerin doğal bir sonucu olarak, hükûmetin yasama dönemi içinde düşürülebilmesi sadece teorik bir ihtimal olacaktır. Nitekim 20, yüzyılın başlarında, o zamanın ünlü bir siyasal bilimcisi olan Mirkine Guetzevtich, parlamenter sistemi, yasama çoğunluğu ile hükûmetin özdeşleştiği ve yasama organındaki muhalefet partilerinin hükûmeti eleştirip, seçmenlerin beğenisini kazanarak ilk seçimde yasama çoğunluğunu sağlamaya ve hükûmet olmaya çalıştıkları bir sistem olarak tanımlamaktadır. Siyasal partilerin, yarı-başkanlık sisteminin işleyişini de büyük ölçüde değiştirdikleri görülmektedir. Gerçekten, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile yasama çoğunluğunun aynı partiye ait olduğu zaman sistem sorunsuz bir biçimde işleyecektir. Çünkü, böyle bir durumda başbakan ve bakanlar yasama organındaki çoğunluk partisine mensup olacaklarından, aynı görüşü benimseyen cumhurbaşkanı ile aralarında bir sorun yaşanmayacaktır. Ancak, cumhurbaşkanının benimsediği dünya görüşü ile, yasama çoğunluğunu elinde bulunduran siyasal partinin farkı olması durumunda, o partiden kaynaklanacak olan hükûmet (yani başbakan ve bakanlar) ile cumhurbaşkanı arasında bazı politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında sorunların doğması beklenebilir. Örneğin Fransa'da "Cohabitation" olarak adlandırılan böylesi bir yapılanmada ciddi sorunlar yaşanmıştır. Başkanlık sistemine gelince, bu sistemde yasama organının başkanı ve bakanları düşürebilme yetkisinin olmaması (impeachment dışında); başkanın da yasama organını feshedememesi, siyasal partilerin etkisini de büyük ölçüde azaltmaktadır. Nitekim, ABD'deki siyasal partiler, bu nedenle "yönetmeyen parti" olarak adlandırılmaktadır. Ülkemizde Anayasada 6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra benimsenen Cumhurbaşkanlığı Sisteminin hangi hükûmet sistemine gireceği konusu LAW 104’te işlenecektir. Şimdilik kısaca şu kadarını söyleyebiliriz ki, sizdeki yeni sistem, başkanlık sistemi ağırlıklı, ama parlamenter sistemden de bazı kısımların alındığı bir melez (hybrid) başkanlık sistemi olduğu savunulabilir.