




Study with the several resources on Docsity
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Prepare for your exams
Study with the several resources on Docsity
Earn points to download
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Community
Ask the community for help and clear up your study doubts
Discover the best universities in your country according to Docsity users
Free resources
Download our free guides on studying techniques, anxiety management strategies, and thesis advice from Docsity tutors
Law Bilkent university constitutional law lecture notes, part 2
Typology: Study notes
1 / 8
This page cannot be seen from the preview
Don't miss anything!
BİLKENT ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ve İKTİSADÎ, İDARÎ ve SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİ SİYASET BİLİMİ – KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ 2020–2021 Öğretim Yılı, Güz yarıyılı Section 1 ve Section 2'de Anayasa Hukuku (Genel Esaslar -LAW 103-) Derslerinde İşlenen Konulara İlişkin Özet Bilgi Notu
Erdal Onar Bilkent Üniversitesi Öğrencilerinin Kullanımına Mahsustur B) YARGI ORGANLARINCA YAPILAN DENETİM Kanunların Anayasaya uygun olup olmadığına yönelik, bu denetim türü, iki farklı şekilde gerçekleştirilebilir. Bu bağlamda söz konusu anayasaya uygunluk denetimi, ya olağan yargı organlarınca , ya da sırf bu tür bir denetim için özellikle kurulan merkezî bir yargı organınca yapılmaktadır. a) Olağan mahkemeler eliyle sürdürülen denetim (Yaygın Denetim) Bu denetim türünün en iyi örneğini Amerika Birleşik Devletleri oluşturur. ABD'de, Federal Yüksek Mahkeme'nin (Supreme Court) 1803 tarihinde Marbury v. Madison davasında verdiği Anayasaya aykırılık kararından beri, Yüksek Mahkeme bu tür bir uygunluk denetimini sürdürmekte ve Anayasaya aykırı bulduğu kanunları/kanun hükümlerini o davada ihmal etmekte, bir diğer deyişe uygulamamaktadır. İlginç olan husus, ABD Anayasasında, kanunlar anayasaya aykırı olamaz, mahkemeler anayasaya aykırı olduğunu gördükleri bir kanunu uygulamazlar türünde bir düzenleme yer almamaktadır. 1803 yılında verilen Marbury v. Madison kararında, Yüksek Mahkeme Başkanı (Chief Justice of Federal Supreme Court) Marshall, Anayasaya aykırı buldukları kanunu ihmal etme yetkisini, ABD’de Anayasanın değiştirilmesinin çok zor, buna karşılık sıradan bir kanunun yapımının ise ona göre çok kolay olmasına dayandırmıştır. Baş yargıç Marshall, bu kadar zor bir yol izlenerek değiştirilebilen bir Anayasa karşısında, ona göre çok daha kolay bir yol izlenmesi ile gerçekleştirilebilecek olan ve Anayasaya aykırı hükümler içeren bir kanunla karşılaştığında, eğer yine de o kanunu dikkate alacak olsaydı, o zaman Anayasanın bu kadar zor bir değiştirme sürecine bağlanmış olmasının hiçbir anlamının kalmayacağını savunmakta ve bu nedenle Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü bir kanunu önündeki davada uygulamaması gerektiğini ileri sürmekteydi. Anayasada bu tür bir denetim için bir hüküm bulunmadığı halde böyle bir denetimi sürdüren bir başka ülke Norveç’tir. Son yıllarda, tam anlamıyla bir anayasasının bulunduğu tartışmalı olan İsrail'de de, Yüksek Mahkeme, bazı kanunları, İsrail'e özgü Temel Kanunlardan (Basic Laws) birine aykırı bulduğu için uygulamadığı, bir diğer deyişle ihmal ettiği görülmektedir. Ülkemizde de merkezî bir organ eliyle (yani Anayasa Mahkemesi) anayasaya uygunluk denetiminin öngörülmediği 1924 Anayasası döneminde bir mahkemenin, tıpkı ABD'de 1803 yılındaki Marbury v. Madison davasındaki gibi, Anayasaya aykırı bulduğu bir kanunu ihmal ettiğine tanık oluyoruz. Gerçekten, 1940'lı yılların sonlarında, Akşehir Yargıcı Refik Gür , Teknik Ziraat ve Bahçıvanlık Okuluna köy çocuklarının zorla alınmasını ve mezun olduklarında tarım alanında çalışmalarını bir yükümlülük olarak getiren Kanunu, bir davada Anayasaya aykırı bulduğu için ihmal etmişti. Fakat Refik Gür'ün bu girişimi, Yargıtay (o yıllardaki adı ile Temyiz Mahkemesi) tarafından mahkemelerin bu tür bir yetkisi olmadığı gerekçesiyle benimsenmediği için, kalıcı olmamıştı. Buna karşılık başka bazı ülkelerde, ya anayasada, ya da yasalarda, olağan mahkemelere anayasaya aykırı olduklarını gördükleri kanunları önlerindeki davada
uygulamamaları açık bir yetki, hatta bir yükümlülük olarak öngörülmüş bulunmaktadır. Japonya, Danimarka, İsveç ve kısmen de Yunanistan, bu tür bir sistemi benimseyen ülkelere örnek verilebilirler. b) Merkezî bir yargı organı (yaygın kullanılan adlandırmayla “Anayasa Mahkemesi”) tarafından yapılan Anayasaya uygunluk denetimi. Merkezî bir yargı organının yaptığı uygunluk denetimi, denetimin yapıldığı zamana göre, ya önleyici, ya da bastırıcı (=düzeltici) denetim olarak adlandırılır. aa) Önleyici Denetim ( a priori, ex ante, preventive control) "ÖNLEYİCİ DENETİM"de, yasama organının yaptığı bir kanun henüz Devlet Başkanınca yayımlanmadan Anayasaya uygunluk denetimini yapacak organın önüne götürülüyor ve denetimi yapan organ eğer aykırılık görürse o kanun yayımlanamıyor. Bunun en canlı örneği Fransa'daki "Anayasa Konseyi"dir. Bazı kanunlar yayımlanmadan önce otomatik olarak, bazıları talep üzerine "Anayasa Konseyi"nin önüne götürülür ve onun tarafından Anayasaya aykırılığın olup olmadığı incelenir. Fransa'da 23 Temmuz 2008 tarihinde gerçekleştirilen bir anayasa değişikliğine gelinceye kadar, Anayasaya uygunluk için söz konusu olabilecek tek denetim yolu buydu. Sözü edilen değişiklikle birlikte, önleyici denetimin yanı sıra "Bastırıcı Denetim" yolu da benimsenmiştir. Romanya, Polonya, Portekiz, Macaristan, önleyici denetimin, bastırıcı denetim ile birlikte uygulandığı diğer örnekleri oluşturmaktadır. bb) Bastırıcı Denetim (a posteriori, ex post, repressive control) Dünya’da önceleri olağan yargı organları tarafından yapılan Anayasaya uygunluk denetimi, zaman içinde, özellikle bu amaçla kurulan bir merkezi yargı organı (Anayasa Mahkemesi) tarafından yapılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, 1920 yılında (1 Ekim 1920) Avusturya'da ünlü hukukçu Hans Kelsen 'in hazırlığına katıldığı yeni Anayasa ile Avusturya'da bu tür bir merkezi yargı organı, yani Anayasa Mahkemesi faaliyete geçmiştir. Ay farkı ile, yine 1920 yılında, Avusturya'dakinden biraz daha önce (29 Şubat 1920), benzer bir oluşum, Çekoslovakya'da görülmüştü. Yine o dönemde İspanya'da da bu böyle bir denetim yöntemi benimsenmişti Fakat, kanunların anayasaya uygunluk denetiminin merkezi bir yargı organınca yapılmasının 2. Dünya Savaşı sonrasında başladığını görüyoruz. Gerçekten, 1949 Alman Anayasasında, 1948 İtalyan Anayasasında bir merkezi yargı organının, yani Anayasa Mahkemesinin öngörüldüğüne tanık olunmaktadır. Ülkemizde ise, Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasasında yer almıştır ve bazı değişiklikler geçirmesine rağmen, o günlerden beri varlığını korumaktadır. Anayasaya aykırı olduğu düşünülen bir kanunun anayasaya uygunluk denetimini yapacak olan merkezi bir yargı organına yani Anayasa Mahkemesine götürülüş yolları, bir diğer deyişle, Anayasa Mahkemesine bastırıcı denetim için başvuru yöntemleri şöyledir: a') İptal davası (=Soyut norm denetimi) (=Doğrudan iptal davası) Bir kanunun yayımlanmasından başlanarak belli bir süre içinde bu tür bir başvuru için yetkili kılınmış kişiler veya gruplar o kanunu iptal istemiyle Anayasa Mahkemesine taşıyabilirler. 1982 Anayasasına göre bu yetki, i) Cumhurbaşkanına, ii) TBMM üye tam sayısının 1/5 tutarındaki üyesine (yani 120 milletvekiline), iii- TBMM’de en fazla üyeye sahip iki siyasal parti grubuna (6771 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce bu yetki İktidar Partisi Meclis Grubuna ve Anamuhalefet Partisi Meclis Grubuna aitti) tanınmıştır.
birlikte Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkacaktır. Yürürlükten kalkma durumu, iptal isteminde itiraz yoluyla bulunulması durumunda sadece davanın tarafları için (inter partes) değil, herkes için geçerli olacaktır (erga omnes). Kural, Anayasa Mahkemesinin verdiği bir iptal kararının, o kararın gerekçesiyle birlikte Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmesi ise de, Anayasanın 153. maddesinde, iptal kararlarının yürürlüğe girişinin Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü durumlarda en fazla 1 yıl için geri bırakılacağı da öngörülmektedir. Yani, gerekli gördüğü durumlarda, Anayasa Mahkemesi iptal ettiği bir kanun hükmünün yürürlükten kalkışını, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihten başlayarak 1 yıla kadar bir süre için öteleyebilmektedir. Anayasada Anayasa Mahkemesine böyle bir yetki verilmesinin nedeni, bir kanun hükmünün bir gece içinde yürürlükten kalkmasının doğuracağı hukuki kargaşanın (kaosun), o kanun hükmünün Anayasaya aykırı olsa bile var olmasından daha sakıncalı, daha kötü bir durumu yol açabilme ihtimalinin bulunmasıdır. Bir diğer deyişle, eğer Anayasa Mahkemesi, iptal ettiği bir kanunun bir anda yürürlükten kalkmasının toplumda kargaşaya yol açacak bir boşluk doğuracağını öngörürse, böyle bir durumda, iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi öteleyebilecektir. Bu süre içinde, yasama organının yeni bir yasal düzenleme ile, Anayasaya aykırılığı gidermesi ve böylece hukukî bir kaosun doğmasının önüne geçmesi beklenir. 1 yılı aşmamak üzere verilecek olan sürenin ne olacağını, Anayasa, Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakmıştır. Anayasa Mahkemesi, bunu 3, ay, 4 ay, 6 ay gibi daha kısa bir süre olarak belirleyebileceği gibi, Anayasanın öngördüğü en uzun süre olan 1 yıl olarak da belirleyebilir. Ancak, kuşku yok ki, Anayasanın açık düzenlemesi karşısında, 1 yılı aşan bir süre belirleyebilmesi mümkün değildir. iii- Yürürlüğü durdurma kararı, gerek 1961, gerek 1982 Anayasalarında açıkça öngörülmemiştir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi hem 1961 Anayasası, hem de 1993 yılına gelinceye kadar 1982 Anayasası döneminde, bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünün yürürlüğünü durdurma yetkisinin olmadığına karar vermiştir. Ancak. 1993 yılındaki bir kararı ile içtihat değişikliğine gitmiş ve iptal yetkisine sahip olmasının bir sonucu olarak, kendisinden iptali istenmiş bir kuralın iptaline karar vermeden, geçici bir önlem olarak gerektiğinde o kuralın yürürlüğünü durdurabileceğini de belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu kararına dayanarak, 1993 yılında bir KHK'nın yürürlüğünü de durdurmuştu. O tarihten bu yana Anayasa Mahkemesi, eğer Anayasaya aykırılık ihtimalini kaba bir inceleme sonrasında kuvvetli görüyorsa ve iptal kararı verilmesinin gecikmesinde de sakınca varsa, iptal kararını vermeden önce, o kuralın yürürlüğünün durdurulmasını kararlaştırmaktadır. Bu karar uyarınca, yürürlüğü durdurulan kurala dayalı bir işlem yapılamayacak demektir. Eğer sonunda Anayasa Mahkemesi o kuralı iptal ederse, yürürlüğü durdurulmuş olan kural yürürlükten kalkmakta, buna karşılık iptal istemini reddederse (uzak bir ihtimaldir), yürürlüğü durdurulmuş olan kural yeniden yürürlüğe girmekte, yani o kural yeniden sağlık kazanmaktadır.
Anayasa yargısını sonlandırırken önemli bir ekleme: Anayasa Mahkemesinin bazı kurallar üzerinde denetim yetkisi ya yoktur, ya da yalnızca biçim (şekil) açısından yapılacak denetleme ile sınırlandırılmıştır. Gerçekten, i- herşeyden önce 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir, ancak bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası iye Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. ii- Benzer şekilde, 1982 Anayasasının 174. maddesinde teker teker adları sayılmış bulunan “ inkılâp kanunları ”nın da Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini sözü geçen 174. madde açıkça belirtmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu kanunların yasama organınca değiştirilmesi yasaklanmamıştır ve eğer bir değişikliğe gidilirse, Anayasanın halkoyuna sunulduğu 1982 yılında olmayan, yani sonradan yapılan o düzenlemenin Anayasa Mahkemesine taşınmasında da bir engel bulunmamaktadır, iii- 1982 Anayasasının 119. maddesin uyarınca olağanüstü hal varken çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırı olduğu iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağını Anayasanın 148. maddesinin ilk fıkrasının son cümlesi açıkça öngörmektedir. iv- Nihayet, Anayasa değişikliği hakkındaki kanunlar için (yani anayasa değişikleri) YALNIZCA şekil bakımından Anayasaya aykırı olduğu iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulabileceği, bunlar hakkında esas açısından Anayasaya aykırı olduğu iddiasında bulunulamayacağı Anayasanın 148. maddesinin ilk fıkrasında öngörülmüş bulunmaktadır. TEMEL HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLERE YÖNELİK KISA BİR AÇIKLAMA
Günümüzde, temel hak ve özgürlüklere yönelik ayrım, Jellinek’in yukarıdaki ayrımını bir adım daha ileri götürmektedir ve bu bağlamda “Birinci Kuşak Haklar” , “İkinci Kuşak Haklar” ve “Üçüncü Kuşak Haklar” başlıkları altında yine bir üçlü ayrım yapılmaktadır. “Birinci Kuşak Haklar” ile çok eskiden beri var olan “Aktif Durum Hakları” ve “Negatif Durum Hakları”; “İkinci Kuşak Haklar” ile 2. Dünya Savaşı sonrasında anayasalarda yer almaya başlayan ve bu nedenle aktif durum hakları ile negatif durum haklarına göre daha yeni bir dönemde ortaya çıkan “Pozitif Durum Hakları” kastedilmektedir. “Üçüncü Kuşak Haklar” ile günümüzde karşılaşılan çevre hakkı, barış içinde yaşama hakkı gibi tüm insanlığa yönelik beklentilerin sağlanmasına çalışılmaktadır. Bilindiği gibi, üçüncü kuşak haklar, bir ülkenin sınırları içinde, sadece onun sorumluluğu altında bulunmayan konulara yönelmektedir. Gerçekten, bir ülkede bozulan bir nükleer santralde yaşanan sızma, faturasını sadece o ülkeye değil, belki kilometrelerce uzaktaki başka ülkelere çıkarabilecektir. Bu nedenle bu tür haklar tüm insanlıkça gözetilmesi gereken konulara eğilmektedir.
Karma Devlet türleri: i- Kişisel Birlik ii- Gerçek Birlik iii- Konfederasyon iv- Federasyon Biz bu ayrımda yer alan karma devlet türlerinden sadece federal devleti ve ona hayli benzeyen ama yine de aralarında farklar olan bölgeli devleti inceleyeceğiz. (Diğerlerinden sınavda sorumluluğumuz yoktur) Günümüzde karma devlet türlerinden en yaygın olanı Federasyon (=Federal Devlet) dur. Federasyon (=Federal devlet), William Riker tarafından şöyle tanımlanmaktadır (Bu tanımı ünlü siyasal bilimci Arend Lijphart da benimsemektedir): "Federalizm, devlet faaliyetlerinin, bölgesel yönetimlerle bir merkezî yönetim arasında, her bir yönetim türünün bazı faaliyetler hakkında kesin kararlar verebileceği biçimde bölündüğü bir siyasal örgütlenme tarzıdır." Bu tanımdan yola çıkan Lijphart , federal devletlerde bulunması gereken özellikleri saptamakta ve bunları aşağıdaki gibi sıralamaktadır: i- Yazılı anayasa, ii- Kurucu iktidarın paylaşımı, iii- Çift meclis sistemi, iv- Artık temsil, v- Yerinden yönetim ve yerinden yönetim yetkilerini kullanacak olan bölgesel yönetimin, yetkilerin büyük kısmını kullanabileceği malî imkânlara sahibolması, yani subvansiyon denetiminden etkilenmemesi. Bir başka karma devlet türü: olarak BÖLGELİ DEVLET (Bu türün en belirgin örnekleri: İspanya ve İtalya'dır). Bu devlet türünün, federal devletten farkı, bölgeli devlette, devleti oluşturan bölgelerin ayrı yargı organları bulunmamaktadır. Ayrıca, federal devlette, yasama organının ikinci kanadının oluşumunda, federe devletlerin ciddi bir rolü bulunduğu halde, bölgeli devlette bu tür bir rol etkin değildir. Bir başka fark ise, federal devlette, federe devletlerin anayasa değişikliğinde (yani kurucu iktidarda) etkin bir konumu varken; bir diğer deyişle, federal devlette federe devletler federal anayasanın değişikliğinde söz sahibi iken (örneğin ABD'de, Kongre'nin her iki kanadında da en az 2/3 çoğunlukla kabul edilmiş olan bir
anayasa değişikliği, federe devletler toplamının en az 3/4'ünce onaylanmadıkça yürürlüğe giremez); bölgeli devlette, bölgelerin anayasa değişikliği üzerinde bu tür ciddî bir işlevi yoktur. Bütün bunlardan başka, İngiltere ( daha doğru adıyla Kuzey İrlanda ve Büyük Britanya Birleşik Krallığı, [= United Kingdom] ) kendine özgü (sui generis) bir yapı sergilemektedir. Gerçekten, İngiltere (England) , İskoçya (Scotland) , Galler Ülkesi (Wales) ve Kuzey İrlanda (Northern Ireland) 'dan oluşan Birleşik Krallık (United Kingdom) , bir federal devlet olmadığı gibi, tek devlet de değildir. Aynı şekilde, Avrupa Birliği de, devlet yapıları açısından farklı bir örnektir. Her ne kadar 2000’li yılların başında Avrupa Birliği için bir anayasa hazırlanmışsa da, bir anayasa ile birleşme, gidilen halkoylamasında Fransa ve Hollanda reddedince bu istek gerçekleşememiştir. Avrupa Birliğinin uluslar üstü (supra nasyonel) bir oluşum olduğuna dikkat çekip, bu konunun Hukuk Fakültesinde gelecek yıllarda ayrı bir derste (European Union Law -LAW 413-) ayrıntılı bir biçimde işleneceğini belirtmekle yetinelim.